Sesin çınlarken kulağımda
kocaman bir gedik açılıyor
tecrit duvarında
hala bir şafak gibi yükseliyor içimde
yirmi yıl önceki gülüşün
göğeriyor belleğimde
Telefon, ziyaret ve mektuplarda en çok tecritle ilgili sorunlarla karşılaşıyoruz. Çünkü tecrit hem olağan, hem de olağanüstü dönemlerde zindanların temel gündem maddesidir. OHAL ile birlikte gündemin zirvesine yerleşti ve öyle anlaşılıyor ki bu konumunu uzun bir süre daha koruyacaktır.
Tecrit nedir? Neyi amaçlıyor ve pratikte nasıl uygulanıyor?
Bulaşıcı hastalıklara karşı geliştirilen “karantina”da bir tecrittir. Ama burada hem bireysel, hem de toplumsal yararın gerektirdiği bir zorunluluk söz konusudur.
Zindan bir başına bir tecrit halidir. Kuşatma, sınırlama, yoksun bırakma mekânıdır. Ama tecrittin en ağır biçimi ise adalet, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten siyasi tutsaklara uygulanıyor. Onlara adeta zindan içinde zindan yaşatılmak isteniyor. Amaç siyasi tutsakların temsil ettiği adalet, özgürlük ve demokrasi odaklı değerlerin toplumla buluşmasını ve taban bulmasını engellemektir. İktidardakiler tek başına kara propagandanın yetmeyeceğini bilirler. Zindanda olsa tutsağı düşünemez ve üretemez hale getirmek ister. Yalıtmak, toplumla bağını kopararak yalnızlaştırmak zayıf düşürmek ister. Toplum dışı içine kapanık ve asosyal biri haline getirmek ister. Belleksizleştirip etkisiz kılmak, hatta başarabilirse teslim alıp karşıtına dönüştürmek ister. Kısacası yaşayan bir ölüye dönüştürmek ister. Bütün bunlar tecrittin amaçlarını da ifade etmektedir.
Tecrit korkunun somutlaşmış halidir. İdam etmek ya da her tür fiziksel yok ediş ise mutlak korkunun mutlak tecride dönüşmüş halleridir. Tecridin derecesini belirleyen sistemin öteki olarak gördüğü muhalif güçlerin temsil ettiği değerler karşısında hissettiği korkudur.
Her zindana özgü bir tecrit politikası geliştirildiğini, kimi zindanların birer laboratuvar gibi değerlendirildiğini söyleyebiliriz. 12 Eylül dönemindeki Metris, Mamak ve Diyarbakır zindanları bunun çarpıcı örnekleridir. Yer yer kişilere özgü tecrit politikaları da geliştirilmektedir. Bunun en açık örneği Kürt Halk Önderi Sayın A. ÖCALAN’a uygulanan katıksız tecrittir. OHAL ile genelleştirilmek istenen de bu olmaktadır.
Tecrittin günümüzdeki en sulandırılmış hali açık cezaevi sistemi, en şiddetli ve sek hali de İmralı tutsaklık sistemidir. F tipleri de tecrittin yoğun olarak uygulandığı alanlardır. Öyle ki fiziksel yapı itibariyle de buna göre ayarlanmışlar.
Aralık 2003’ten beridir F tiplerinde kalıyorum. Cezaevinde ise 25. yılımı yarıladım. Daha çok anı anına tecridi nasıl iliklerime dek hissettiğimi somut örnekleriyle paylaşmak istiyorum. Kişisel deneyimim F tipilerindeki genel tiplerindeki genel uygulamanın anlaşılması açısından da iyi bir örnek oluşturmaktadır.
Şu anda benim gibi müebbet hapis cezası almış olan iki arkadaşımla birlikte üç kişilik bir hücrede kalıyorum. 25 m2 ‘lik dubleks bir hücre. Betondan bir merdivenle alt kata bağlanan üst katta üç adet ranza ve üç adet de çelik elbise dolabı bulunmakta. Bunların tamamı betonun içindeki demirlerle kaynaklanarak sabitleştirilmiş. Yerlerini dilediğimiz gibi değiştirme ve kendi zevkimize göre düzenleme olanağımız yok. Alın size sınırlama. Kendi yaşam alanımızı düzenleme hakkından yoksunluk. 24 saat kaldığımız bu mekânın kontrolü sizde değil. Bu yoksunluk tecridin somut biçimidir.
Banyo-tuvalet, mutfak lavabosu, mutfak dolabı ve merdiven neredeyse alt katın üçte birlik bölümünü işgal ediyorlar. Bir plastik raf, buzdolabı, TV, semaver, üç adet sandalye, bir adet masa ve diğer ufak tefek malzemeleri de eklediğimizde alan bayağı daralıyor. Kalan alanda üçümüz yan yana dizilerek volta atamadığımızdan, ardarda diziliyoruz. Alanın darlığı kuşatılmışlık hissini diri tutan somut bir olgu. Bu da tecrittin başka bir boyutu.
“Erken kalkan yol alır” deniyor. Ben de bu sözü sınamak için her sabah erkenden kalkıyorum. Üç-dört adımda merdiven başına geliyorum. On yedi basamak inip beş adımda kilitli kapıya ya da duvara dayanıyorum. Demek ki erken de kalksan zindan da yol alamıyorsun. Tecrit de her birkaç adımdan bir duvara toslamaktır.
Kapıların tamamı dışarıdan ve dışarıya doğru açılıyor. Kilidi tekellerinde tutanlar diledikleri zaman gelip odana dalabiliyorlar. Kısmi ya da genel arama adı altında her şeyini karıştırabiliyorlar, mahremiyet diye bir şey bırakmıyorlar. Ziyaret, sohbet, avukat, revir vb. yerlere her gidiş gelişte en az iki kez elle, bir kez de cihazla aranıyor, yedi kilitli kapıdan geçiriliyoruz. Mitolojik öykülerdeki yeraltı dünyasına inişi çağrıştıran bir durum. Tecrit sürekli kilitli ve kilitsiz kalmaktır. Her çıkışta aranmaktır.
Havalandırma hücrenin iki katı genişliğindedir. Her gün saat 08.00’da sabah sayım ile birlikte açılmaktadır. Şu anda saat –.00’da akşam sayımı ile birlikte kapanmaktadır. Kapanma saati kışın 16.30’a kadar düşmektedir. Havalandırma derin bir kuyu. Dikdörtgenimsi gri ve soğuk bir yer. Görevliler buraya bahçe diyorlar. Topraksız ve otsuz, çiçeksiz ve ağaçsız bir yer. İnsan aklı ile alay edilmesi de tecrittin başka bir biçimi oluyor. Koyun gibi sayılma, bir vardiyadan diğerine zimmetlenen bir nesne olarak görülmek de öyle. “Akşam erken iner mahpushaneye” diyen şair de aslında tecridi anlatmıştır. Tecrit topraksız, otsuz ve çiçeksiz bırakılmaktır. Dikdörtgen biçimdeki bir parça mavi gökyüzünün üstüne bir kapak gibi oturması demektir.
Duvarlar ufku bir bıçak gibi kesiyor. Volta mesafeleri kısa. Görüş alanı dar. Mekân tutsağa kendini tabuttaymış gibi hissettiriyor. Sen ve beraber kaldığın iki kişi çoğunlukla yalnızsınız. Ne birilerini misafir olarak ağırlayabiliyor, ne de misafirliğe gidebiliyorsunuz. Erkek erkeğeyiz. Kadının ne adı var, ne kendisi yaşamımızda. Aynı davadan da olsak başka odalardaki arkadaşlarımızla ilişkilerimiz çok sınırlı. Beş aydır aynı oda ile iki haftada bir sohbete, iki haftada bir de spora çıkıyoruz. Toplumsal çoğulculuğu ifade eden toplumun farklı zihniyet dünyasına sahip kesimlerle ilişkimiz hiç yok. Karşılıklı olarak birbirimizi etkileme ve birbirimizden etkilenme olanağından yoksunuz. Marjinalleştirme ve tek tipleştirme tecrittin bir başka biçimi olarak ortaya çıkıyor. Miyoplaştırma da öyle. Tecridi çoğulculuk, çok seslilik ve çok renklilikten yoksun bırakılmış bir yaşam kadar iyi ifade eden bir örnek olabilir mi?
Televizyonumuz var; ama kanallar merkezi olarak ayarlanıyor. Bir iki istisna dışında ayarlanan kanalların tümü “havuz medyası” diye bilinen kanallardan oluşuyor. Tecrit havuzcu kanalları izlemeye mahkûm edilmektedir. Tek seçeneğimiz izlememektir.
Cezaevi kantini bir tür tekel. Her şeyin en vasatını dışarıya göre pahalıya satmak bir kâr etme yöntemidir. Bir malzemeyi görerek seçip alma, getirilen bir eşya işimize yaramıyorsa onu iade etme hakkımız yok. Tecrit hakları olmayan kazıklanmaya mahkûm bir “müşteri” olmaktır.
Giysilerde renk ve sayı sınırlaması var. Yöresel kıyafetler yasak dilediğin renk ve biçimde giysi giyememek de tecrittin somut bir halidir. Gündeme getirilen “tek tip elbise” konusu da işin nereye vardırılmak istendiğine işaret ediyor. Tek millet, tek devlet, tek din, tek mezhep, tek … Tek … tek … zihniyetine uygun bir gündem.
Uzun süredir aynı arkadaşlarla aynı hücrede kalıyorum. Başka bir odaya geçip yeni arkadaşlar tanımak, yeni sosyal ilişkiler geliştirmek ve nefes almak istiyorum. Ancak bu talebim sudan gerekçelerle reddedilmektedir. Odası değiştirilen arkadaşlarımız da çoğunlukla istedikleri odaya değil de başkasına verilmektedir. Tecrit istediğim zaman odamı değiştirememek, istediğim arkadaşlarımla kalamamaktır.
Önceleri ayda bir açık görüş yapılıyordu. Birinci, ikinci, üçüncü dereceden akrabalar ve üç arkadaş ile sınırlı olarak. OHAL ile birlikte açık görüş iki ayda bire çıkarıldı. Ezici çoğunluğumuz ailelerimizin ikamet ettiği bölge illerinin dışında uzak yerlere sürgün edilmişiz. Bu yolla ailelerimizin ziyarete gelme olanağı önemli oranda ortadan kaldırılmış; acil durumlarda cezaevine ulaşmaları imkânsız hale getirilmiştir. Tecrit sürgün edilmektir, ziyaret olanağının ortadan kaldırılmasıdır.
Kütüphaneye çıkarılmamaktayız. On beş günde bir dilekçe ile kitap isteyebiliyoruz. O da istediğimiz kitaplar çoğunlukla başka odalarda olduğundan kitap verilmemekte. Anadilde gazete aylardır hiç verilmemekte. Kendimize ait kitaplardan da sadece beşer adet içeri verilmekte. Değişim on beş günde bir yapılmakta. Bir kişinin kendisince yazılmış olan bir kitabı varsa bu da sınırlamaya dâhildir. Dilediğin kitabı, dilediğin zaman alıp okuyamamak da tecridin etkili bir biçimi. Bu yolla eğitme ve üretken hale getirme hakkın gasp edilmiş olunuyor.
OHAL ile birlikte üç kişilik odaların çoğu dörtlendi. Biz de yakın zamana kadar yedi ay boyunca dört kişi kaldık. Odalara ek ranza verilmemektedir ve bir kişi her zaman yerde yatmaktadır. Aynı odada dört kişi kalıyoruz, ama dört kişi birlikte fotoğraf çektiremiyoruz en fazla 3 kişi birlikte çekebiliyor. Beş-altı arkadaş aynı yerde açık görüş yapabiliriz ama sadece kendi görüşçümle fotoğraf çektirebiliyorum. Diğer ziyaretçilerle çektiremiyorum. Spora ve sohbete sekiz-dokuz arkadaş birlikte çıkabiliyoruz; ama birlikte fotoğraf çektiremiyoruz. Fotoğraf çektirmek geleceğe bir tür kayıt bırakmak, anı biriktirmek ve bir hafıza oluşturmaktır. Fotoğraflar üzerinde de olsa dışarı ile sınırlı bir ilişki geliştirmektir. Tecrit anı biriktirme ve hafıza oluşturma hakkından yoksun bırakılmaktır.
Çamaşırlarımız elle yıkıyoruz. Mini bir çamaşır makinesi verilmiyor. Bilgisayar ya da daktilo verilmiyor. Teknolojik gelişmeleri sadece tv reklamlarında ve filmlerde izleme olanağımız var. Teknolojinin esiri olmamak açısından bunun kimi olumlu etkileri olmakla birlikte, bu yoksunluk yeni nesillerle aramızı açan ciddi bir sorundur. Örneğin; Türkçe ’den Kürtçe ’ye kitap çeviriyor ve sürekli yazı yazıyorum. Bilgisayar verilmediğinden her kitabın çevirisini, en az iki üç kez elle çoğaltmak zorunda kalıyorum. Teknolojik olanaklardan yoksun bırakılmak ve yaşamı zorlaştırmak da tecrittin bir başka boyutu oluyor.
Hastalığının sana karşı bir koz olarak kullanılması, geç teşhis edilmesi, tedavisinin sürece yayılıp geciktirilerek etkisiz kılınması, kurtarılacak bir hayatın adım adım ölüme sürüklenmesi de tecrittin ölümcül bir yüzün oluyor. Acil bir kalp krizi geçirdiğinde zamanında hastaneye kaldırılmadığı için hayatını yitiren arkadaşlarımız var.
Tecrit hastane, mahkeme vb. yerlere götürülürken ellerinin kelepçelenmesi ve bu da yetmiyormuş gibi iki askerin birer koltuk değneği gibi kollarına girmesidir.
Her bir havalandırmada iki lamba bulunuyor. Bunların ışığı sabaha kadar pencereden içeri vuruyor. Ayrıca belli aralıklarla birer sekiz ya da on gözlü canavarı andıran projektörler cezaevinin çevresine yerleştirilmiş. Bunların ışığıyla geceyi gündüze çeviriyor ve odaların çoğunu sabaha kadar aydınlatıyor. Pencerelere perde takmak yasak çünkü “güvenlik riski” oluşturuyormuş (!) Ruhsal ve fiziksel sağlığımızı etkileyen bu duruma karşı tek bir pencereye çarşaf çeksek; gelip malzemeyi “amaç dışı kullandınız” denilerek çarşafımıza el konulmaktadır. Tecrit yapay ışıklarla gecenin de gündüze çevrildiği bir ortamda zifiri karanlık geceleri özlemektir.
Gece boyunca yanan güçlü ışıklar yıldızları da perdeleyip görünmez kılıyor. Tecrittin bir biçimi de yıldızları seyredememektir.
Yolladığımız normal mektuplar çoğunlukla yerlerine ulaşamamaktadır. Yine anadilimizle –Kürtçe- yazdığımız mektup ve yazılar oldukça gecikmeli gönderilmektedir. Kimi mektuplar ise “moral verici”dir diye alıkonulup verilmemektedir. Tecrittin etkili ve somut bir biçimi de iletişimi sınırlamaktır.
Her şey için dilekçe zorunluluğu getirilmesi; dilekçesiz acil bir tamir işinin yapılmaması, revire çıkarılmaması, açık ziyarete fotoğraf çekilmemesi tecrittin kendisidir. Hatta okuma yazması olmayanlara bile “dilekçe yaz!” denilmesi tecrittir. Dilekçe yazdırma tecritte hukuksal bir kılıf uydurma ve tutsakları oyalama yöntemidir.
Tecrit bayramlarda başındaki gardiyanlardan başka şeker verebileceğin kimseyi bulamamaktır. Ve de kimseden şeker alamamaktır.
Tecrit ötekine uygulanan hukuksal bir kılıfa büründürülmüş işkencedir. OHAL ile birlikte bir formaliteye dönüştürülen hukuk bütünüyle hiçlenmiştir. Tutsaklara bir yılda bir yıldan fazla disiplin cezaları verilebilmektedir. Ben ortalamanın altında disiplin cezası alan biriyim.
Disiplin cezalarıyla tanınan kamusal haklar gasp edilerek tecrit ağırlaştırılmaktadır. “dilekçe yazma”; “açlık grevine girme”; “DAİŞ çetesinin katliamlarını protesto etme”; “cezaevindeki keyfi uygulamalara karşı slogan atma, kapı dövme” denilerek tutsak sürekli tehdit edilmektedir disiplin cezalarıyla. Cezaevi idareleri her tutumumuzu yorumlama ve yeni suç kategorileri” oluşturmakta oldukça yaratıcıdırlar.
Annen, baban ya da başka bir yakının vefat etmiş ve sen sonsuzluğa uğurlanırken yakınlarınla birlikte olmak ve acısını paylaşmak istemişsen önce dosyalarımıza bakıyorlar. Disiplin cezası almışsın, “iyi halli “ değil misin senin acını yakınlarınla birlikte paylaşma, ölen yakınını toprağa verme hakkın yok. Tecrit biriktirilmiş yaşanmamış yasların toplamıdır. Her yeni yasla daha fazla ağırlaşıyor.
Ben tutuklandığımda yeğenlerim daha çocuk yaştaydılar. Büyüyüp anne-baba oldular. Hatta bir kaçı nine-dede bile oldu. Onların büyüme süreçlerini göremedim. Çocuklarının, torunlarının doğumuna tanık olamadım. Onlarla oyun oynayıp, eğlenmedim. Büyümelerini, çocukluktan çıkıp gençliğe adım atmalarını gün gün izleyemedim. Onları sadece arada gönderilen fotoğraflardan tanıdım. Kocaman bir uçurum var aramızda. Tecrit yeni nesillerle aramıza bir uçurumdur; nesillerin birbirlerine yabancılaştırılması sürecidir.
Tecrit her yağmur sonrası rüzgârla gelen toprak kokusunu özlemektir. Yıllarca olgun bir meyveyi dalından koparmaya hasret kalmaktır. Yakınların ve dostlarınla bir sofrada buluşamamaktır. Yılın yedi ayı güneş görmemektir. Her öfkelendiğinde göğe sitem yollamaktır. Yoksunluğun bin bir türlü halidir. Kuşatılmışlıktır.
Tecrit altında yaşamak direnmektir.
Öncelikle de UMUTLA YAŞAMAK…




